Yazılar

Anasayfa / Yazılar

KAPILARIMIZI AÇIP DIŞARI ÇIKTIĞIMIZDA...

Bu süreç bitip, evlerimizden çıkmaya başladığımızda, yani kapılarımızı dışarı çıkmak için tekrar açtığımızda hepimiz farklı olacağız, farklı bir dünyaya adım atacağız. Ürkek, şaşkın, sersemlemiş ve güvensiz olacağız. Adeta “before/after” misali Korona’dan Önce (KÖ) ve Koronadan Sonra (KS) diye bir milat olacak. Belirsizlik uzun bir süre devam edecek, güvensizlik ve endişe hemen öyle kolay kolay yok olamayacak. Yeni oluşumlara alışmak oldukça zaman alacak. Alışkanlıklar, ihtiyaçlar, satın alma modelleri, eğitim modelleri ve daha birçok şey değişecek. Yani öyle fabrika ayarlarına dönüş olmayacak. Stop düğmesinden play düğmesine geçiş hop diye olmayacak. Play düğmesi çalışsa da yaşam sahnesinde oyun senaryosu başka, oyuncuları ise bambaşka olacak.

 

Şu an içinde bulunduğumuz gönüllü karantina –o ne demekse-bana göre rehine hayatı sona erip yeniden özgürlüğümüze geri döndüğümüz gün, kapıdan çıkarken bazı alışkanlıklarımızı bırakmalı yerine ise yenilerini alarak kapılarımızdan çıkmalıyız. Doyumsuzluğumuzu, doğa düşmanlığımızı, bilinçsizliğimizi, egolarımızı, şımarıklığımızı, kendimizden başka herkesi suçlayan tutumlarımızı, gereksiz hırslarımızı ve karamsarlıklarımızı da bırakmalı;  çoğu zaman esirgediğimiz veya göstermediğimiz şefkatimizi, merhametimizi, başta doğaya ve statüden bağımsız herkese olması gereken saygımızı, paylaşabilmeyi, yaşama sevincimizi, çalışmaya, üretmeye olan tutkumuzu ve sahip olduğumuz tüm değerlere olan minnetimizi yanımıza alarak çıkmalıyız kapılarımızdan.

 

Henüz o kapının açılmasına biraz daha vakit var. Tatbikat gibi hissediyor, henüz yarı dinlenme yarı çalışma ile geçiyor birçok kişi için. Herkes hayatın o saçma sapan kargaşasında o kadar yorulmuş, oradan oraya o kadar savrulmuştu ki... Herkes yorgundu, herkes evini, sevdiği şeyleri yapmayı özlüyordu, herkes ailesi ile sevdikleri ile daha çok vakit geçirmek istiyordu. Dünyanın kendisi gibi bedenler de yorgun, ruhlarda özlemler çoktu. Bedenlerle ruhlar ayrı yerlerdeydi adeta. Bununla ilgili çok hoş ve gerçek bir hikâye paylaşayım sizlerle.

 

Meksika'da İnka tapınaklarına çıkmak isteyen Avrupalı bir grup arkeolog, birkaç yerli rehberle yola koyuluyor. Dağın tepesindeki tapınaklara giden uzun yolu kısa bir sürede yarılıyorlar. Aynı tempoyla biraz daha yol alırlarken, yerliler kendi aralarında konuşup birden yere oturuyor ve öylece beklemeye başlıyorlar. Tabii Avrupalı arkeologlar buna bir anlam veremiyorlar. Saatler sonra, yerliler kendi aralarında konuşup tekrar yola koyuluyorlar sonunda tepenin üstündeki görkemli İnka tapınaklarına geliyorlar.

 

Arkeologlardan biri, yaşlı rehbere soruyor,

-Hiç anlayamadım, niye yolun ortasına oturup saatlerce yok yere bekledik?

Yaşlı rehber şöyle yanıt veriyor:

-Çok kısa sürede çok hızlı yol aldık, ruhlarımız bizden çok uzakta kaldı. Oturup ruhlarımızın bize yetişmesini bekledik.

 

Bu anlamını bir türlü çözemediğimiz kıymetini bilemediğimiz yaşam içinde o kadar hızla yol alıyorduk ki, ruhumuz çok arkalarda kalmıştı. Hatta onu nerelerde bıraktığımızı bile hatırlamıyorduk.

Şimdi tüm dünya pabucun ne kadar pahalı olduğunu gördü. Frene basıldı adeta. Biraz fazla sert basıldı gerçi(!) ama insanların bazı şeylerin değerini anlaması için böylesi lazımdı belki de.

İnsanoğlu bundan ders alır mı ve mesajı doğru okuyup bambaşka bir dünya dengesi kurar mı? Değer sıralamalarının yerlerini doğru şekilde değiştirir mi? Yoksa bir süre sonra insanoğlu içindeki o hırs dolu doyumsuzluğuna, bencilliğine, dünyayı yaşanır kılmak için çalışmaya değil de tüketmeye geri döner mi?

 

Bir kısım bu olaylardan ders çıkarır belki ama bir kısmın bilinci, değişimi bizi bir yere götürmez. Kolektif bilinç bizi iyileştirir, dünyayı düzeltir. Herkes dünya nimetlerine yapılan nankörlüğün, tükenmek bilmeyen hırsların, bir arada yaşamanın ve özgürlüğün ne kadar değerli olduğunun, sağlık olmayınca hiçbir şey olamadığının, tüm dünyanın birbirine zincirle bağlı olduğunun, herkesin eşit olduğunun, sahip olduğumuz her şeyin bir anda elimizden kayıp gidebilecek olduğunun ve dünyanın bize “yeter artık” demesinin farkındalığıyla yaşamını ne kadar süre şekillendirir? Zamanla göreceğiz.

 

Hepimizin ödevleri çok net ve açık. Tüm dünya aynı korkuyu yaşıyor, yaşayacak. Benzer kaygılar zihinlerde dolaşıyor. O yüzden de aynı ödevi yapmalıyız.

 

Hepimiz daha uzlaşmacı, daha duyarlı, doğa dostu, sosyal sorumluluk bilinci yüksek, üreten ve bilinçli tüketen modele bir an önce geçmek zorundayız. Gördük ki aslında bizler insan olmanın özünden çıkmış, adeta robotlaşmıştık. Bırakalım insan olmanın gerekliliği gibi yaşayalım; robotik işleri robotlar, yapay zekalar yapsın. Biz onları yöneten, geliştiren, eğiten tarafta olalım. İşimizi ve sahip olduğumuz tüm değerleri parmağımızın ucuyla tutmayalım, dört elle sarılalım, sarıp sarmalayalım.

Biz insan olarak yaşama ilişmeyelim, yaşama yerleşelim. Yani olması gerektiği gibi hissederek, sorumlulukla, bilinçle, daha çok gelişime zaman ayırarak, savaşmayı bırakarak, silahlara değil sağlığa ve bilime yatırım yaparak, sömürerek değil önce vererek sonra ihtiyacımız kadar kısmını alarak yaşamayı becerebilelim. Çünkü bunu yapmaz veya yapamazsak dünya bize tokat atmakla kalmayacak gün gelecek çok sert şekilde tekmeyi vuracak.


Sevgilerimle

Didem Tınarlıoğlu
[email protected]