Birine gidip eğlence hayatının zıt anlamlısını söyle deseniz, “iş hayatı“ diyecektir. İş yeri denince asık suratlı insanların biraraya geldiği ve etrafta fazla ciddiyet olduğu bir ortam gözümüzde canlanmaktadır. Çalışırken daha ciddi görünmenin daha iyi çalışıyormuş gibi bir izlenim yaratacağına dair bir algı olduğu da düşünülürse iş yaşamımızda gülmek her zaman çok olumlu bir hava yaratmaz. Ciddiyet kavramı, düşünüldüğünde, kararlılık, bilgi, emek, yoğunlaşma, önemi kavrama, disiplin gibi bir dizi kavramın ve sözcüğün toplamıdır ve aslında olumlu bir kavramdır. Dolayısıyla sanki iş hayatı tam ters bir şekilde ciddi ve eğlenceden uzak olmalıdır.
En sevdiğimiz öğretmenlerimiz, akılda kalan hocalarımız asık suratlı, sürekli katı bir disiplin anlayışı içerisinde ceza sistemi üzerine her şeyi kurgulayan eğitimciler değillerdi. Tam tersi, öğretirken gülümseten, hayatımıza bir katkıda bulunurken hem zihnimize hem kalbimize hitap eden eğitimciler bizde iz bırakmıştır.
Yetiştirildiğimiz kültürde bu konuda bizi destekler yapıda değil. Hangi toplumda şu deyimleri ve atasözlerini duyabilirsiniz ki bizden başka? “Çok güldük başımıza bir şey gelecek.“, “Fazla gülme hafif meşrep sanırlar.”, “Son gülen iyi güler.“… İnanılır gibi değil ama hayatımız boyunca kaç kere duyduk bunları.
Bizler belki de şunun pek ayrımını yapamıyoruz gibi geliyor bana. Gülümserken de ölçülü olunabileceğini veya ciddi bir ifade içindeyken içten olabilmeyi beceremediğimizden kalıplaşmış inançlarımız var. İş hayatında esprili olanların sıkı bir iş insanı olamayacağına, ciddi olanların da mizah anlayışlarının olmadığına bir kere inanmışız ve bir türlü tersi olabileceğine ihtimal vermiyoruz.
Burada zor olan sanırım bu mizahın ölçüsünü bizim değil de karşımızdakinin ayarlayamayacağını düşünmemiz, karşımızdakinin sınırları aşabileceğinden endişeyle daha güvenli olan ciddiyeti tercih ediyoruz. Bu bir kalkan gibi. Tabii bir başka nedende, espri zeka ve nezaket çizgisini çok iyi bilmemek.
Sözlerimiz nazik ilkelerimiz sert olabilse hayat hem daha kolay hem de daha keyifli olmaz mıydı? Oysaki biz de durum tam tersidir çoğu zaman. Söylemler kaba ama prensipler esnek olduğu için sorunlar yaşarız. Bütün mesele iletişimde bunun tam tersini yapabilmekte. Neşeli olurken üretken de olabilmek bu kadar zor olmamalı. Bir düşünmenizi rica ediyorum.Çevrenizde gülümseyerek hayır diyebilmeyi becerebilen, ilkelerinden vazgeçmeden, kırmadan, incitmeden iletişim kurabilen kaç kişi tanıyorsunuz? Bizler sınırları belirlemenin en temel ilkesinin ciddiyet olduğuna inanmakta büyük yanılgıya düşüyoruz.
Geçenlerde yurtdışında yaşayan bir dostum altı yaşındaki oğlunun Türkiye ‘ye geldiklerinin üçüncü gününde “anne neden burada kimse gülmüyor” diye sorduğunu duyunca hem çok üzüldüm hem de toplumumuzun bu konuda bu kadar belirgin bir özelliğinin bir çocuk tarafından da fark edilmesi beni çok sarstı.
Bu yazıyı okuyunca hayat şartları ve çok çalışmak gibi sıradan nedenlere bağlamayınız. Gülümsemek ekonomik nedenlere bağlı olsaydı bütün zenginlerin ortak özelliği tebessüm olurdu.
Bilim adamları serotonin hormonuna yani diğer bir deyişle mutluluk hormonu uygun bir seviyede olduğunda daha zinde olduğumuzu ve serotonin nöronlarımızın birbirleriyle iletişim kurmak için ürettikleri bir kimyasal olduğunu söylüyorlar. Buna karşın kaçımız kilomuzu gramına kadar takip ederken serotonin seviyemizi de takip ediyoruz?
Ve bir saniyeliğine düşünelim. En son ne zaman kahkahalarla güldünüz? En son ne zaman birini gülümsettiniz?
Gelin yeni yılda bir değişiklik yapalım ve olduğumuzdan biraz daha neşeli olabilmeyi, keyifle çalışmayı ve gülümserken de ciddi iş sonuçları üretebilmeyi kendimize hedef koyalım.
Sevgilerimle.
Didem Tınarlıoğlu