Dünya çok ciddi bir dijital dönüşüm içerisinde. Perde açılırken senaryonun değiştiği bir dünyada yaşıyoruz. Bilgi her yirmi dokuz saatte ikiye katlanıyor. Y ve Z kuşakları okumaktan ziyade görsel öğretinin çok daha etkili olduğu nesiller olarak öne çıkıyor. Dolayısıyla verinin logaritmik olarak artışı, eğitim sürecinde yepyeni tekniklerin uygulanmasının ve gereksinimlerin nedeni.
Oyun; tüm toplumlarda her yaş gurubu için duyulduğunda gülümseten, herkesin içini pır pır ettiren, motive etme gücü yüksek ve fonetik olarak da son derece yakışıklı bir kelimedir.
Oyun çok küçük yaşlarımızda hayatımıza “Aç bakayım ağzını uçak geliyor.’’ denerek bizi uçak pisti olduğumuza inandırılmayla başlamadı mı? Hangimiz bu ve daha nice oyunlara kanarak büyümedik ki?
Oyunlaştırma ise oyunla çok karıştırılan, işin içinde ciddiyetsizlik ve sadece eğlence olduğu yanılgısı olan bir kavram. Oysa ki bu, tamamen yanlış ve ön yargılı bir yaklaşımdır.
Bir kere en basit oyunda bile, birlikte takım olabilme, strateji üretebilme, takımdaş olup olmadığını görebilme ve kaybetmenin olgunluğunu gösterebilme gibi hiçbir başka kurguda olmayan inanılmaz değerde öğretiler vardır.
Oyunun, böyle ciddiyetin karşıtı ve otoritenin buz kırıcısı misali algılanmasının sebepleri geçmişten gelen deyimler ve bizi azarlamaya yönelik söylemlerdir.
- Ciddi bir şey bu oyun değil!
- Evladım oyun mu oynuyoruz burada?
- Yemeğinle oynama da ye.
- Buğday ile koyun gerisi oyun!
Ama diğer taraftan “Yenilen pehlivan güreşe doymaz. “gibi çok da güzel ve kendimizi geliştirmeye yönelik harika bir atasözümüz de vardır ki, oyununun insanları nasıl motive edebileceği, içimizdeki mücadeleci tarafları ortaya çıkarabileceği, rekabeti kuvvetli motivasyonla kızıştırabileceği ve sürdürülebilir hikayeler yaratabileceği konusunda bize ipuçları verir.
Peki oyunlaştırma (Gamification) tam olarak nedir? Oyunlaştırma, her şeyden önce “oyun” değildir. Ancak oyunlarda kullanılan ödüllendirme sistemleri ve rekabet unsurlarını, dijital oyun tasarım tekniklerini de kullanarak iş dünyası başta olmak üzere oyun dışı unsurlara dahil edip, onları etkileşimli ve cazip hale getirmektir.
Oyun ve oyunlaştırma keyif ve kişisel haz noktasında aynı duyguyu veren ama amaçları itibarıyla birbirinden tamamen farklı iki kavram. Oyunlaştırma oyun oynama duygusunu harekete geçirmedeki motivasyonu kullanma amacıyla yapılmış bilinçli bir kurgudur. En genel anlamı ile oyun tasarımı tekniklerini oyun dışı alanlara taşımaktır. Oyunlaştırmanın çok uzun olmayan süresi ve hedefi eğlenceden daha çok bir iş niteliği kazandırma ve/veya ortaya çıkarmadır.
Google Trends araştırması yapıldığında bu kavramın 2010 yılında dünyada duyulmaya başlandığını ve sonrasında her yıl artan bir ivmeyle kullanılmaya devam edildiğini görüyoruz.
Bir süredir, geleneksel motivasyon unsurlarının günümüz dünyasında geçerliliğinin kalmadığı, yayınlanan iş dünyası ve kişisel gelişim kitaplarında vurgulanıyor.
Herhangi bir unsuru oyunlaştırmak, ona karşı olan algıyı değiştirerek içsel bir tetikleme yaratıyor ve bu da onu daha cazip hale getiriyor. Oyunlarda kullanılan seviye, rütbe, ödül gibi motive edici ve rekabete yöneltici unsurlar; oyunla ilgisi olmayan internet siteleri, sosyal medya, yazılım ve iş dünyası alanlarında ve eğitimlerinde artık sıkça uygulanıyor.
Oyunlaştırma, şirketiniz için belirlediğiniz hedeflere ulaşmanızda yol gösterici, yepyeni bir iş aracıdır. Küçük işletmeler, daha çok bu teknolojiyi büyük işletmelerin kullanabileceklerini düşündükleri için oyunlaştırmadan uzun süredir çekiniyorlardı. Halbuki oyunlaştırma, küçük işletmelerin büyük markalarla rekabet etmelerine izin veren yenilikçi programlar oluşturmak için kolayca uygulayabilecekleri bir araç.
Oyunlaştırmadan önce oyunların neden motive edici olduklarını analiz etmek gerekir. Oyunların neden motive edici özellikleri olduğunu 4 ana grupta toplayabiliriz:
1.Başarı duygusu
2.Rekabet
3.Eğlence
4.Kontrollülük
Bu özellikleri saydıktan sonra, oyunların bu özelliklerini iş hayatına veya başka alanlara uygulayarak katılımcıların başarma motivasyonlarını artırmanın nasıl gerçekleşeceğini iyi kurgulamak gerekiyor.
Yeni nesil, yani Z jenerasyonu olarak adlandırılan son nesil, dijital yerli olarak dünyaya geldi. Oyun oynayarak büyüyen, 8-10 yaşlarında cep telefonu kullanmaya başlayan, özgürlüğüne düşkün bir nesil şu an iş dünyasının içinde ve kariyer basamaklarını yavaş yavaş çıkıyorlar. Y jenerasyonu ise yaratıcılığını ortaya koymaktan hoşlanan, uygulayarak öğrenmeye yatkın bir nesil olarak, onların yöneticisi pozisyonundalar. Şimdi, bu iki jenerasyon bir arada öğrenmek, çalışmak, takım olmak ve en önemlisi şirket hedeflerine birlikte aynı motivasyonla koşmak durumundalar. Bu nedenle şirketlerin, artık son iki jenerasyonun ortak noktası olan oyunlaştırmayı, bir iş davranışını öğretirken ve yeni bir sistemi aktarırken eğitimlerde kullanmaları kaçınılmaz bir yöntem olarak karşımıza çıkmakta.
Yaşı, ait olduğu jenerasyonu ve konumu ne olursa olsun oyunlaştırma herkesin favorisi oluyor her geçen gün. Herkes oyun sever. Meşhur biz söz var. ”Yaşlandığımız için oyun oynamayı bırakmıyoruz oyun oynamayı bıraktığımız için yaşlanıyoruz”. Bu gerçekten yola çıkarak biz de son bir yıldır eğitimlerimizi oyunlaştırma şeklinde uyguluyoruz. Eğitimlerde molaya çıkmak istemeyen, eğitim bitince üzülen katılımcıları ve geri dönüşleri görmek her geçen gün bu konuda aldığımız kararın doğruluğunu teyit ediyor. Tabii, eğitim verimlilik raporlarında bunun olumlu sonuçlarını görmek de muhteşem.
Oyun artık hayatımızın çok farklı alanlarında da karşımıza çıkacak. Dünyada insanların %25 i oyun oynuyor. Türkiye de bu oran %28. Akıllı telefonu olup hiç oyun indirmemiş insan var mı? Bir sorun etrafınıza derim. Ülkemizde henüz yok ama dünyada artık açık havada da oyun hayatın önemli bir parçası haline dönüşüyor. Örneğin, Almanya’ da yayaların kırmızı ışıkta karşıdaki yaya ile Ping-Pong oynayabildiğini biliyor muydunuz? Amaç kırmızı ışıkta beklerken bu sürenin daha keyifli ve katlanabilir hâle dönüşmesi.
Oyunlaştırmanın günlük hayatımızın içine işlediği birçok başka konu var. Sosyal medyada da çokça yer alan ve dikkat çeken piyano basamaklarını mutlaka görmüşsünüzdür. Her basamağa yerleştirilmiş notalar sayesinde insanlar kendi melodilerini basamaklarda inip çıkarak çalabiliyorlar. Sporu eğlenceli ve çekici hâle getirmek için çok güzel bir başka örnek.
İngiltere ‘de Reading Belediyesi’nin uygulaması da çok güzel ve yaratıcı mesela. Şehir kartınızı otobüs duraklarına okutarak ne kadar yürüdüğünüzü ve ne kadar kalori harcadığınızı görebiliyorsunuz.
En çok hoşuma giden örneklerden biri de bir restoranda bahşiş kutusunun üstünde bulunan yazıydı. Bahşiş kutusunu aşçı ve garson olarak ikiye bölen restoran sahibi, kutunun üzerine “Safını belli et!” yazarak gerçekten çok yaratıcı ve oyunlaştırmanın gücünü zekice kullanan bir uygulamaya imza atmıştı. Bunun gibi o kadar çok örnek var ki.
Biz de “Oyun mu oynuyoruz burada?” diyenlere “Evet, eğitimi oyunlaştırıyoruz!” diyoruz.
Teknoloji ile oyunu ayrı düşünemediğimiz gibi iş eğitimlerinde de öğretileri oyunlaştırma yöntemi ile yapmayan eğitimciler bir süre sonra pek tercih edilmeyecekleri gibi, işletmeler de iletişim ve aktarım sorununu daha fazla yaşayacaklardır.
Oyunlaştırma, basit günlük işlerden tutun da yönetim becerilerinin ve iş davranışlarının benimsetilmesi gibi en karmaşık işlere kadar her yerde kullanılabilecek bir yöntem, üstelik dijitalleşen dünyayı ve jenerasyonlar arası farkları anlamak için oldukça da etkili. Sürekli bir gelişim ve yenilenme ivmesi içinde olan bir dünyayı anlamak, dünyayı öğrenme yöntemimiz olan oyunlaştırmadan başka bir yöntemle mümkün olmayacak. Dolayısıyla, hem zihinlerdeki hem de dünyadaki dijital gelişime ayak uydurmak ve bunun bir adım önüne geçmek için eğitimcilerin ve şirketlerin bu yükselen güçten beslenmeleri elzem ve kaçınılmaz olarak görülmelidir.
Sevgilerimle
Didem Tınarlıoğlu