HERKES BAŞARILILAR KULÜBÜNE ÜYE OLMAK ZORUNDA MI?
Başarısız olmaya gör. Veya biraz olması gerekenin değil de yapabildiğini ortaya dökmeye başla ya da normların dışına çık. Nasıl değişiyor her şey.
Kendinle ve o konuyla baş başa kalmanın getirdiği çekilmez ruh halinin ötesinde etraftan öğütler, boş motivasyon konuşmaları arı ardına gelmeye başlıyor. Herkes işlerinizi sorar da kimse mutlu musun diye hâl hatır sormaz. Bazen en yakınlarınız bile!
Kaç kişi bizi her şeye rağmen sevdiğini ve sevebileceği garantisini veriyor?
Ya da kaç kişiyi biz koşulsuz seviyoruz? Gerçekten bütün sıfatlarından ve başarılarından arınmış kaç kişi sevilmenin huzuru içinde yaşıyor? Sadece var olduğu için mutlu olduğumuz varlığımızın yeterli olduğu kaç kişi var hayatımızda? Sadece işi düşünce arayanlarımız yok mu hele? Evlat ve ebeveyn sevgisini elbette hariç tutarak söylüyorum.
Çocukluğumuza gidelim. Yetiştirilme modellerimizden başlıyor bu nitelik rozet yarışı içine sokulmamız. “Uslu olursan sana oyuncak alırım, derslerinde başarılı olursan bizi üzmezsin, okuldan şikâyet gelince utanıyorum ”söylemleri ile büyümedik mi?
Çocukken hep uslu olursam ve az şey istersem annem beni daha çok sever diye düşünürdüm. O yüzden de hiç çocukça şımarıklarım olmadı. Şimdi dönüp bakıyorum da neden bu mücadelenin içine sokmuşum kendimi? Ya da kaçımız sokmadık ki?
Sonra büyüdük. Sandık ki her şey daha güzel ve daha kolay olacak. Hiç de öyle değilmiş. Bu sefer de başarılı olmanın iyi bir okulu bitirme, okulu bitirince iyi bir iş, iyi bir iş sahibi olunca iyi bir eş bulunur hırsı ile bitmek bilmeyen ve suni bir balonun içinde dönüp durduk.
Başarının mutluluğu getirmediğini ama mutluluğun başarıyı getirebilme ihtimalinin olabileceğini orta genç yaşlarda kitaplardan, workshoplardan, moda sözcüklerle süslü bir yığın farklı platformlardan öğrenmeye değil de yavaş yavaş fark etmeye başladık.
Yıllar geçmişti tabii. Dönüp bakınca yapacak hiçbir şey olmadığını anlayınca bu sefer de “an da kal” trendi hortlayıverdi. E hani geleceğe yatırım yapmak için var gücümüzle çalışmalıydık? Hani hırslı olmak bizi hızlı sonuca götürürdü? Hani çok çalışırsak gelecekte rahat ederdik?
Küçükken yabancılarla konuşmamayı hatta büyüklerin yanında bile konuşulmaması gerektiğini annelerimizin kaşıyla gözüyle bir güzel hepimiz doğal yollarla öğrenmiştik.
Sonra hooopp dediler ki iletişim her şeyin başı. Sosyal ol, iletişimin iyi değilse hiçbir şey de başarılı olamazsın. Hitabet her şeyden önemli. Özellikle 1964 ila 1980 arasında doğanlar en çok bu gelgitlerin arasında savrulup durdular. Hala da savruluyorlar.
Ekonomik krizlerle, işsizlikle, eşitsizliklerle ve teknoloji ile mücadelelerini yazsam bu yazı hiç bitmez. Ya da bu başka bir paylaşım konusu olsun.
Öğrendik ki herkesin mutluluk motivasyonu tıpkı yeteneği, fiziksel özellikleri parmak izi gibi aslında biricikmiş. O yüzden diyeceğim o ki; ona, buna kitaplara, öğütlere takılmadan, yaşıtlarla,normlarla yarışmadan kendi mutluluk değerini belirleyerek yaşamalı insan.
Sevgiyle kalın.
Didem Tınarlıoğlu