İLETŞİMİZLİĞİN İÇİNDE İLETMEYE ÇALIŞMAK

İletişim kurabilme yeteneği, şüphesiz ki canlılara bahşedilmiş en büyük nimetlerden biri. İnsanoğlunun hayatta kalabilmesi, bilimde ve sanatta ilerleyebilmesi gibi medeniyet adına atılmış adımlardan tutun da bireylerin kendini ifade edebilmesi iletişim sayesinde gerçekleşmiştir. Fakat, her zaman etkili mi iletişim kuruyoruz? Bir adım ileriye taşıyalım bu soruyu: her zaman iletişim kurabiliyor muyuz?  Cevabı tartışmasız bir şekilde hayır. 

 

Bu iletişim kopukluğunun ya da iletişimsizliğin nedenleriyle ilgili birçok şey söylenebilir. Ön yargılar, tahammülsüzlük, anlayışsızlık... Ama, bu konuda belki de en genel geçer olanı jenerasyonlar arasındaki yaş/deneyim farkının yarattığı iletişimsizlik. İnsanlar; içine doğduğu kültür, sosyal çevre, aile yapısı, toplum yapısı ve zamandan ayrı düşünülemez. Bu yüzdendir ki, farklı jenerasyonlar arasında iletişim çatışmalarının yaşanması kaçınılmazdır. Peki, istisnalar yok mu? Var elbette, birbirlerinin farklılıklarına ‘’anlayış’’ gösteren kişiler, aradaki yaş farkı önemli olmaksızın sağlıklı iletişim kurabiliyor. İstisnaların kaideyi bozmadığı çokça durumu bir yana bırakalım, bu konuda istisnalar kaideyi bozmalı, hatta kaidenin kendisi olmalı! Bizden yaşça büyük ya da küçük olan birini düşünelim, tartışmalarda en sık kullandığımız argüman hangisi? ‘’Beni anlamıyorsun!’’. Evet, birbirimizi anlamıyoruz. Ebeveynlerimiz bizi anlamıyor, biz ise çocuklarımızı anlamıyoruz. Birini gerçekten anlamak değil, en azından anlamaya çalışmak bile birçok tartışmanın gereksizliğini gözler önüne serebilir. Karşımızdaki kişinin duygularını ve düşüncelerini kendi penceremizden anlamlandırmaya çalışmanın bizi kısır bir döngünün içine sürüklemesi kaçınılmaz bir durum. Yapmamız gereken, anlamaya çalışmak ve farklılarımızı kabullenmek. Çünkü varlığın içine doğmuş çocuğunuza yokluğun ne olduğunu sözle anlatmak beyhude bir çaba olacaktır. Ancak sizinle aynı deneyimi yaşadığında sizinle aynı noktadan bakmayı öğrenecektir. İletişim çatışmalarının en çok yaşandığı konulardan biri ise, ebeveynlerin çocuklarının hata yapmasına izin vermeyecek şekilde baskıcı ve sınırlayıcı olması. Fakat bu tutum, ebeveynlerce hata olarak kabul edilen şeylerin yapılmasını engellemediği gibi, baskı olan yerde direniş olmasına da neden olmakta. Baskı ve direniş gibi birbirini iten iki gücün olduğu yerde ise kutuplaşmanın oluşmaması imkansız. İşte tam da bu kutuplaşma sebebiyle, jenerasyonlar birbirinden uzakta durmakta ve anlayış çabaları bu uzaklaşma dolayısıyla kısıtlanmakta. Anne veya babaların doğrusu çocukların doğrusu olmadığında, -çünkü çoğunluk çocuğunun kendisiyle aynı dünya görüşünü benimsemesini bekler-, çatışma kaçınılmaz bir hal alıyor. Bu beklenti, çocuğun birey olmasının önündeki bir bariyere dönüşüyor çünkü çocuk, ebeveynlerini hayal kırıklığına uğratmamak için ondan beklenildiği şekilde tutum ve davranışlar sergiliyor. 

 

Yani, kısaca denilebilir ki, kişiler aradaki yaş ve zihniyet farkını önemsemeksizin birbirini anlamaya çalıştığı takdirde iletişim çatışmaları minimize edilebilir. Böylelikle, daha sağlıklı iletişim ortamı kurulabilir ve farklılıklar kişileri yüceltilebilir.