İŞ HAYATINA HOŞGELDIN!

BUGÜNE KADAR ÖĞRENDIĞIN HERŞEYI UNUT!

Hem iş dünyasında hem de akademik dünyada bazısına umut veren bazısının da moralini bozan çok klişeleşmiş bir cümle vardır: Akademik başarı gerçek hayattaki başarı demek değildir. Bu sözü kanıtlayan onlarca örnek de verilebilir. Üniversiteyi terk ederek evlerin garajlarında bugünün en büyük teknoloji şirketlerini kuran gençlerden, “Ne okumak istediysem, onu okudum ve onlardan, bana okulda öğrettiklerinden çok daha fazlasını öğrendim." diyen George Orwell’e kadar örneklemeler çoğaltılabilir.

 

Peki eğitim hayatından (ki hayatımızın ciddi bir süresine tekabül etmektedir) aslında ilerdeki iş yaşamının temellerini alması gereken birey  neden bunu gerçekleştirmekte zorlanmaktadır, bunu iyi düşünmek sonrasında da irdelemek gerekmektedir. Bu birbirinin devamı ve desteği olması gereken süreç ne oluyor da kopukluğa uğramakta ve eğitim hayatının yıldızları iş hayatının kaybedenleri haline gelebilmekte. 

 

Aslında dünya literatürü incelendiğinde bu sorunun birçok ülkede benzer şekilde gerçekleştiği görülüyor. Bu konudaki araştırmalar sürüyor ve özellikle Kuzey Avrupa ülkelerinde yeni eğitim sistemleri denenmeye ve iş yaşamıyla onun ön hazırlığı olması gereken eğitim hayatı arasındaki duvarların kaldırılmasına çalışılıyor. 

Peki bu ayrım nasıl ortadan kalkar, eğitim hayatı ile iş dünyası nasıl senkronize olur ya da olur mu?

 

Yıllardır üniversitelerde öğrenciler eğitilir, sonrasında diplomalarını alan bu gençler iş dünyasına geçer. Özel sektörden alınan en önemli geri dönüş üniversitede verilen teorik ağırlıklı eğitimlerin özel sektörün gerçek ihtiyacını çok karşılamadığı yönündedir.

 

Mezun öğrencilerin de aşağı yukarı serzenişleri benzerdir. Yıllardır okudum, mezun oldum ama işsizim, iş yok! Bu noktada benim de ciddi bir itirazım var. Aslında iş yaşamının içinden baktığınızda iş yok değil tam tersine iş çok, ancak yeterli derecede kalifiye eleman yok. Öğrencilerin de işi bu anlamda zor. Neden mi? Ülkemizde onlarca yeni üniversite açıldı ve her sene bir sürü mezun veriyorlar. Ancak 1-2 istisna dışında çok tek düze ve ezberci eğitimle mezun olan gençlerin rekabetin çok ciddi seviyelerde olduğu sermaye düzeninde kendilerini göstermeleri hiç de kolay değil. 

 

Üniversite-sanayi işbirliği zaman zaman gündeme getirilen çok önemli bir konudur. Her defasında üst düzey yöneticiler işbirliğini en üst düzeye çıkaracakları yönünde kamuoyunu tatmine yönelik mesajlar verirler, fakat idealize edilen işbirliği uygulamada bir türlü gerçekleşmez. Sonuç: sıfıra sıfır elde var sıfır.

 

Bakın ünlü yazar Mark Twain ne diyor: “- Hiçbir zaman okulumun eğitimimi engellemesine izin vermedim.”

 

Okul bize sarfedilen çaba miktarının her zaman ölçülebilir, öngörülebilir ve başarılı bir sonuç getireceği konusunda kafa yormaktadır, ancak gerçek dünya böyle çalışmaz. Bir öğrenci sürekli en ortalama notu alarak tüm eğitim hayatını geçirebilir. Halbuki iş hayatında ortalama giden bir çalışan topun ağzındaki çalışan demektir. 

 

Eğitim sisteminde (hele Türk eğitim sisteminde) ezberleme, anlamadan öğrenme en büyük problemlerden biri olaarak karşımıza çıkar. Hayatı test çözerek geçen öğrenciler a,b,c,d,e, şıklarını görünce analitik düşünme, detaylar için araştırma yapma gibi gerçekten öğrenme dediğimiz eylemi gerçekleştirme konusunda büyük zorluklar yaşarlar. 

 

Peki bu nasıl değişir? Okulda bize ne öğretilir vahşi iş yaşamı bizden ne bekler? Düşündüğümüz zaman,  okul dünyasında her dersin sonunda bir teste tabi tutulursunuz, halbuki gerçek hayatta her testin sonunda kendinize bir ders çıkarırsınız. Bu dersleri okul sıralarında öğrencilere aktarmak mümkün müdür? 

 

Okul yaşamında, derslerde tek başımıza performans göstermemiz beklenir, teneffüslerde sosyalleşirsiniz. İş yaşamında öğlen arasında sosyalleşmemiz okulu andırmasına rağmen patronun isteği takım oyuncusu olmamızdır. Özellikle Türk eğitim sisteminde öğrenciden istenen derste anlatılanı aynen kağıda aktarmasıdır, halbuki iş yaşamında sizden beklenen yeniliktir, aykırı sestir, inovatif yaklaşımdır. 

Fazla meraklı veya birşeyler öneren çocuğa” başımıza icat çıkartma denir “ halbuki iş yaşamında keşke çalışanlarınızdan biri sizin için bir icat çıkarsa diye dua edersiniz. 

 

Öğretmen biraz fazla sesi duyulan öğrenciye “sesini kes” der, halbuki iş yaşantısında sosyalleşmek sesini fazla duyurmak makbuldür. 

Öğretmen kopya konusunda çok titizdir, ancak iş yaşamında daha önce edinilmiş tecrübeleri incelemek, benzer projelerden esinlenmek tam da istenen bir davranış tipidir. 

 

Okullarda uslu şekilde söz dinleyen öğrenci makbulken iş dünyasında fikrini beyan eden, konuşarak karar alma sürecine katkıda bulunan çalışan makbuldür. 

Çocuk okulda biraz fazla girişken, sosyal ve hareketliyse hemen ailesi okula çağrılır ve fazla aktif olduğu dile getirilerek dizginlenmek istenir. Halbuki iş yerinde fazla sessiz ve üretici değilseniz anında pasif damgasını yersiniz.

 

Okulların öğrenme ekosistemi de işyerlerinden farklıdır. Sınıfta öğrenciler çoğunlukla öğretmenden öğrenirler, ama işyerinde herkes herkesten öğrenmek durumundadır.

 

Bu nasıl değişir, ya da değişir mi? Aslında toplum ve eğitim bilimcilerin, hatta işletmecilerin cevabını bulmaya çalıştığı bu temel soru ile ilgili temelden bir mantık değişikliğine ihtiyaç olabilir. Okulların iş yaşamına veya diğer bir deyişle gerçek hayata çocukları hazırlama misyonu yerine okulları gerçek hayatın veya iş yaşamının kendisi haline getiren düşünce ve eğitim sistemi sanki başarılı olmaya çok daha fazla yatkın bir sistem olacaktır. Aksi ise, ülkenin veya dünyanın en iyi okullarında okumuş olsa bile, iş dünyasına entegre olamadığı için staj döneminde fotokopi çeken, en temel yazılımları bile kullanmakta zorluk çeken aynı sistemden geldiği için kötü yöneticilik yapan birinin yanında birşey öğrenemeyen gençlerin piyasaya doluşması olacaktır.

Sağlıcakla kalın, 

Didem Tınarlıoğlu