KAYBETMEDEN EVRİLEMEZ MİYİZ?
Öylesine hızlı bir dönemden geçiyoruz ki adını bile koymakta zorlanıyoruz. Kimi içinde bulunduğumuz çağa uzay çağı, diyor, kimi post-endüstriyel çağ, kimi bilgi çağı, kimi bilgisayar çağı, kimi de bilişim çağı. Tarihte çağlara ilk ad veren Agustinus bu döneme isim bulmakta oldukça zorlanır mıydı bilinmez ama tarihteki dörde ayrılan çağların ortalama süresi 500 yıl aralıklarla ayrıştırılırken, içinde bulunduğumuz yakın çağın hızlı değişimi göz önüne alındığında son 30 yıla ayrı bir çağ ismi vermek ve ismine de “evrilme çağı “ (doğal dönüşme) demek hiç de yanlış olmaz sanırım. Her geçen zaman büyük bir hızla evriliyoruz. Teknolojinin gelişimiyle birlikte dijitalleşmeye uyumlu yaşam biçimlerimiz, iş yapış modellerimiz, kişisel değerlerimiz ve en önemlisi hayata dair beklentilerimiz o kadar büyük bir hızla değişiyor ki, evrilemeyenler çağ dışı, en iyi sıfatla geleneksel kalmakla etiketleniyorlar.
Bu dönüşümün, modernleşmenin ve gelişimin şüphesiz onlarca faydasını sayabiliriz. Mesela, iletişim inanılmaz hızlı. Eskiden mektup yazıp cevabını bekleyen insan artık gerçek zamanlı görüşmeler yapabiliyor, alışveriş için takviminde özel zamanlar ayarlayan insan, evinden bile çıkmadan, oturduğu yerden istediği ürüne ulaşabiliyor, dünyanın diğer ucunda bile olsa satın alabiliyor. Eğlenmek için sinemaya tiyatroya giden insanın evi artık bir tiyatro sinema sahnesine rahatlıkla dönüşebiliyor, sokağa çıkıp arkadaşlarıyla oynayan çocuk artık bilgisayarının başında çevrimiçi oyunlarla eğlencesine devam edebiliyor, çocukluğunu radyolardaki piyesleri dinleyerek geçirmiş olan günümüzün yaşılıları, radyonun içinde insan var zannedecek kadar masum bir hayal aleminde yaşamışken şimdi torunları onlara teknolojinin kullanımını tek nefeste anlatabilecek kadar zeki ve bilgili olabiliyor.
Dijitalleşme verimlilikten güvenliğe, ortak çalışma kültürünü yaygınlaştırmaktan maliyet avantajına kadar bir çok yararı beraberinde getiriyor şüphesiz. Yapılan araştırmalara göre; dijitalleşmenin insan yaşamına pozitif etkileri en çok “sağlık, bankacılık ve eğitim” sektörlerinde kendini gösteriyor. Arkasından ise sırasıyla; hizmet faaliyetleri, perakende ticaret, motorlu kara taşıtlarının ticareti ile onarımı geliyor. Pazarlama sektörü de dijitalleşmeden en çok etkilenen sektörler arasında yer alıyor.
Hızın ve bu evrilmenin böylesine olumlu çıktıları varken aynı zamanda insanoğlundan alıp götürdüklerinin de envanterine bakmak lazım: Eskiden daha sade evlerimiz ama daha fazla huzurumuz vardı, daha az paramız ama daha cömert kalplerimiz vardı, daha az iletişim araçlarımız ama daha samimi ilişkilerimiz vardı, daha az gelişmiş zevklerimiz ama daha büyük hazlarımız vardı, daha az bilgimiz ama daha sağlıklı bedenlerimiz vardı. Tatil köylerine tatile gidemiyorduk ama ailemizin köyüne gidip yaylalarda özgürce oyunlar oynabiliyorduk. Sosyal medya hesaplarımızda takipçilerimiz, binlerce beğenimiz yoktu ama komşularımızın evine çat kapı gidebiliyor, çekirdek yiyerek balkon sohbetleri ile çok da mutlu olabiliyorduk. Ve en önemlisi yabancı dilimiz yoktu belki ama sevdiklerimizle aynı dili konuşabiliyorduk.
Yaşadığımız dönem her ne kadar daha modern ve çeşitlilik bakımından zengin olsa da çoğu kişi geçmişin özlemi ile yaşıyor. Hani insanlar değişti diyoruz ya, hani eski arkadaşlıkların, dostlukların, sofraların tadı kalmadı diyoruz ya, hani teknoloji icat oldu samimiyet bozuldu diyoruz ya, işte tüm bunlar aslında dönüşümün bizim önümüze çıkardığı sancılı sürecin olumsuz büyük yansımaları.
Bu dönüşümün ve dijitalleşmenin hayatımıza yansıyan sebep sonuç ilişkisini iyi analiz etmek gerekiyor. Ortaya çıkan bu sonuçlar zorunlu bir ortaya çıkış değil. Bilişim toplumunun temel öğelerinin ve teknolojinin hayatımıza getirdiği dönüşümlerin bir sonucu.
Değişim kuşkusuz gerekli ve hızını hiç de keseceğe benzemiyor. Kesmemeli de! Fakat dönüşümün somut sonuçlarına odaklandığımız kadar değerlerimize, işin soyut kayıplarına da sahip çıkmak, yok olmasına müsaade etmemek, onları da koruyarak gelişmek çok mu zor dersiniz? Dönüşüm seline kapılıp giderken özlem duyduğumuz şeyleri tekrar aynı yerine koymak için biraz olsun farkındalığa ve mücadeleye değmez mi? Tıpkı bir kelebeğin avuçta tutulması gibi dikkatli ve özenlice evrilemez miyiz acaba?
Yorumlarda buluşalım.
Sevgilerimle
Didem Tınarlıoğlu