KAYIP GEÇEN ZAMANLARI BİR YERLERDE BULSAK
Bu salgın bir gün etkisini yitirdiğinde, dağılan sisin ardından karşımıza nasıl bir manzara çıkacak? Tufan sonrası elimizde kalanlar ve yitirenler neler olacak? Nasıl bir şeyin içinden geçtiğimizi ne zaman tam olarak anlayabileceğiz.
İş dünyasında, eğitim dünyasında, işverenlerin, çalışanların, öğretmenlerin, öğrencilerin, ergenlerin, gençlerin, ev hanımlarının, ebeveynlerin, çocukların, yaşlıların hayatlarında, iç dünyalarında farkında oldukları veya farkında olmadıkları hangi rüzgarlar esiyor?
Önce iş dünyasına bir göz atalım. Birçoğuna sorsanız, “şu dönemde patron olmak istemezdik “diyeceklerdir herhalde. Kimler için bu sözler veya duygular geçerli değil; e- ticaret siteleri, gıda marketleri, elektronik marketler, hijyen ürün tedarikçileri gibi Pandemi ile talepleri ikiye üçe katlanan hatta daha fazlasına katlanan birkaç sektör otoriterlerinin başkanları için geçerli değil elbette. Ama o kadar.Onun dışındaki tüm sektörler için durum hiç olmadığı kadar vahim görünüyor.
Çalışanlar ise sürekli bıçak sırtındalar; “acaba kısa çalışma ödeneğine mi geçirileceğim, sigorta primlerim yatıyor mu, evden çalışıyorum ama sanki eskisinden daha çok çalışır oldum, yol parası cebimde kalıyor ama mutfak masraflarım, evimin genel masrafları neredeyse iki katına çıktı “gibi birçok soru da onların kafalarının içinde yankılanıyor büyük ihtimal.
Öğretmenler açısından baktığımızda, göz göze gelemediği, tepkisini göremediği, jestlerini mimiklerini, esprilerini zaman zaman kızgınlığını karşı tarafa aktaramadığı, karşısındaki kitlenin o sırada ne yaptığından emin olmadığı bir ortamda en kutsal meslek dediğimiz eğitim öğretim faaliyetini gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Mercimek büyüklüğünden bile küçük kamera merceğine bakarak saatlerce konuşmak bir şey öğretmek o kadar da kolay ve en önemlisi sürekli yapılabilecek bir şey değil. Tüm dönem içinde öğrencisinin suratını bir kere bile görmeden karnesini hazırlayacak öğretmenler, hocasını canlı bile değil, kaydedilmiş görüntülerden izleyerek diploma alacak öğrenciler var.
Öğrenciler açısından sosyal kısıtlama, aynı zamanda hem gününü yapılandırabildiği okul ve boş zaman aktivitelerinden mahrum kalma hem de kendini deneyimlediği ve problemlerle baş etmede destek aldığı akran grubundan yoksun kalma anlamına geliyor. Akran etkileşimi ve akran desteğinin azalması, daha fazla yalnız kalma, pandeminin yarattığı belirsizlik ve kaygı, hastalanma korkusu depresyon, kaygı gibi stres reaksiyonlarının artmasına, yeme- içme, uyku bozukluklarına yol açıyor.
Evdeki sorumlulukları artan, bir yandan da pandeminin getirdiği ekonomik, sosyal ve duygusal zorluklarla baş etmeye çalışan ebeveynin artan ruhsal yükü çocuklar için de var olan duygusal destek kaynağının azalması anlamına gelmekte. Bu durumda, artan ev içi stres evdeki çatışma ve şiddet davranışı riskini çoğaltırken aile bireylerinde başta depresyon olmak üzere, öfke patlamalarına ve diğer ruhsal sorunların ortaya çıkma riskini arttırmaktadır.
Peki ya miniklerimiz? En çok okulu sevmeyeni bile artık okul açılsın istiyor. Çünkü okul demek onun için sadece ders işlemek demek değil; teneffüsü sabırsızlıkla beklemek demek, bahçede top oynamak demek arkadaşının boynuna sarılmak bazen atışmak bile demek. Okul öncesi çocuklar için hava alma, aile bireyleri dışında dış dünyadan başka sesleri, yüzleri görebilmekten mahrum kalarak sosyal gelişime uyumun sekteye uğradığı zamanlar.
Travmanın kavram açılımı, günlük rutini bozan, ani ve beklenmedik bir şekilde gelişen, dehşet, kaygı ve panik yaratan, kişinin anlamlandırma süreçlerini bozan olaylar anlamına gelir. Diğer bir deyişle, bildiğimiz güvenli limanın artık o kadar da güvenli olmadığını deneyimlemekle başlar. Dünyada bir anda başlayan; hastalanma, işi, kariyeri kaybetme riski, hatta kaybetme veya kaybedildiğine tanıdıklık etme, kendi yaşamımız ve sevdiklerimizi kaybetmeye ilişkin korkuları hemen hepimize yaşatan, beraberinde getirdiği gerek fiziksel gerek sosyal deneyimlerimize ilişkin kayıplarla beraber kayıp yas süreçlerini de aktive eden COVID-19 pandemisi aslında ‘bildiğimiz ve içinde yaşadığımız dünyanın sonu’ oldu.
Kısacası herkes için oldukça çok zor bir dönem. Böyle söyleyince bazıları tarihteki verilen mücadeleleri, yoklukları, benzin, ekmek, gaz kuyruklarını hatırlatıp şükredilmesi gerektiğini söylüyor. Şüphesiz tarihimizde de çok zor dönemler yaşanmış. Ancak, bir farkla; savaş dediğiniz şey bir milli mücadeleydi bir kazanma motivasyonu ile edilen toplumsal bir hareket idi. Yokluk keza herkesin eşit olduğu sağlık ve ekonomik kaygının öncelikli olmadığı daha geride durduğu, yaşam hakkına ulaşmanın nedeni koyulan ambargolar nedeni ile gelişmemiş bir ülkenin acı tablosuydu. Pozitif tutum ve düşünce elbette ki önemli ama bazen farkındalık düşüklüğü, gerçeklerden kaçmak dayanıklılığı ve yılmazlığı zayıflatıyor diye düşünenlerdenim. En yorucu tarafı ise belirsizlik; bilinse ki bu salgın süreci şu tarihte bitecek yani vadesi olsa o zaman çok daha kolay olabilir birçok şey. Borçlar ona göre yapılandırılır, işler ona göre dizayn edilir, yerleşkeler ona göre seçilir. En önemlisi her yeni gün insanlar hedefe bir gün daha yaklaşmanın motivasyonu ile daha rahat olurlar.
Bugün belki olan biteni anlamıyoruz. Ben şuna inanmıyorum; bundan fazla değil 4-5 yıl sonra yani 2025’li yılların çevresinde içinden geçmekte olduğumuz sürecin şu an için bilmediğimiz bambaşka arazları veya içinde barındırdığı riskleri ortaya çıkacak. Ve o zaman resmin bütününü, tüm oyuncuları yapılanları ve yapılmayanları görebileceğiz.
Hal böyleyken peki ne yapacağız? Zor soru. Mevcut olanı korumak ve bu süreçten güçlü çıkmak için fiziksel, ruhsal, sosyal, ekonomik olarak tedbir almak, stabil ve sakin kalarak sürecin bitmesini beklemek. Tıpkı nasıl ki şemsiyesizken sağanak yağmura maruz kalınca bir korunağın altına geçmek ve dinmesini beklemek gibi. Beklerken olabildiği ölçüde üretmeye devam etmek, paslanmaya müsaade etmemek, güncelden kopmadan, gelişmeyi sürdürme gayretini kendimizi hırpalamadan devam ettirmek. Meşhur adı ile psikolojik ve fiziksel sermayeye dokunmadan.
Şüphesiz ki keşke tüm bunlar olmasaydı binlerce insan ölmeseydi, ölümün eşiğinde bir tek kişi bile salgın sebebi ile olmasaydı. Ama oldu ve bir süre daha böyle olacak gibi duruyor.
Şarkıda dediği gibi” keşke kaçıp giden zamanları bir yerlerde bulsak.” Belki de olur.
Sağlıkla kalın.
Didem Tınarlıoğlu