NE KADAR ARIZALIYIZ?
Hepimizin eksik, zamanında tamamlanmamış, gizlemeye çalıştığı kısmen gizlemeyi becerebildiği kısmen eline yüzüne bulaştırıdğı arızalı yönleri var. Gelin biraz dertleşelim.
Hepimiz, toplum içinde, iş hayatında, arkadaş ortamında ve hatta kendimizden bile gizlediğimiz, gün yüzüne çıkartmaktan pek de hoşlanmadığımız için başkaca hallere büründüğümüz çokça anlar yaşarız.
Yunanca’da yüze takılan ifadeye “persona” deniliyor. Pazaralama dilinde de persona “kişilik kartı” demek. Pazarlama sürecine başlamadan önce, belirli hedeflere yönelik olarak persona yani hedef kitle yaratılır buna da persona denilir. Ama pazarlama alanında değil de psikolojik ve sosyolojik tabiri olan persona bizim derdimiz bu yazıda.
Ben bir psikolog veya sosyolog değilim bu türden konularda ahkam kesecek de değilim ancak bu dünyada başına geleni çekmiş sahici hayatın farkında olan, yaşadığından fazlaca gözlem yapmış, çok okumuş, çok analiz etmiş, danışmayı adap bilmiş, sormuş, teyit etmiş biri olarak tespit ve görüşlerimi paylaştığımı baştan belirtmek isterim.
Konumuza dönecek olursak, “Persona” herhangi bir kişinin dış dünyayla uyum sağlaması veya ona karşı direniş göstermesi demek. Aslında kolay anlayacağımız haliyle toplumla uyum sağlamasını kolaylaştırmak için takınılan tutum ve davranış denilebilir kısaca. Mesela kişi ağladığını gizlemek istediğinde “gözüme toz kaçtı” demesi gibi, yolda sevmediği birini görünce gülümseyerek selam vermesi gibi sevdiği biri hata yaptığında “olsun kızmadım” demesi gibi bir çok masum örnek sayabiliriz. Bunların masum olmayanları da var elbette. Uzmanlar bu maskeleri kullanılmasının çoğu zaman faydalı ve gerekli olduğunu söylerken bu maskelerle fazla bütünleşilmesi halinde psikolojik bazı rahatsızlıklara sebep olabildiği konusunda uyarıyorlar. Hep neşeli görünmek, sürekli iyi bir ilişki yaşadığı imajı çizmek, içi içini yese bile huzurlu gibi davranmak, bir süre sonra, önce kişiyi kendine yabancı sonra da olumsuz ruh hallerine doğru sürüklüyor diyor psikologlar. Kendimizle barışık ol(a)madığımızda ve anlaşılmaya dair kaygılarımız olduğunda persona kılığımızı geçiriveriyoruz üzerimize hepimiz. Kabul. Gerekçeler ise muhtelif.
Bir de personanın yakın ahbabı olan gölge yanlarımız var. Bu da karanlık yüzümüz. Burası mühim işte. Gizlediğimiz, görünmesinden hiç hoşlanmadığımız tarafımız. Hatta bazen kendimizin bile bilmediği ancak ani gelişen bir durumda yahut bir korku anında ya da beklenmedik büyük ani gelişmelerde kendini belli eden yanlarımız. Persona ile karanlık yanlarımız yin yang gibi. Birbirine bağlı birbiriyle bir bütün ama bir o kadar da zıt iki yanımız. Çünkü birinde bilinçlilik varken diğeri yani gölge tarafımız ise tamamen kontrolümüz dışında gizlice bekliyor.
Gölge taraflarımız; korkularımız, reddeettiklerimiz, kabul etmekte zorlandığımız, farkında olmadıklarımız, utançlarımız. Bazı analistler bu karanlık yanlarımızda adeta som altın misali gömülmüş yaratacı yanlarımızın da gizlendiğini ve bu yanlarımızı bastırdığımızda bizi biz yapan bütüncül halimizden bölünmler olduğunu söylüyor. Reddetmiş olmamız veya gizliyor olmamız o yönlerimizin yok olduğu anlamına gelmiyor o halde. Bastırdığımız yönlerimiz bilinçdışına itiliyor ve orada büyümeye, gelişmeye ve kökleşmeye devam ediyor. Korktuğumuzda, öfkelendiğimizde tetikleniyor ve sebebini bilmediğimiz bir anda hatta bazen korkunç şekilde ortaya çıkıveriyor. Çünkü, gölge ortaya çıkmak ister, ışığı gördüğünde aydınlanmak ister.
Ben bu yönlerimize” arızalı yönlerimiz” diyorum. Farkında olmadıkça bizi yöneten ama bilincinde olduğumuzda fevkalede ustaca yönetebildiğimiz yönlerimiz. Aslında hepimiz biliriz o yönlerimizi de pek yüzleşmek istemeyiz. Hiç düşündünüz mü arızalı yönlerinizi? Ben düşündüm. Sağlam bir yoklama yaptım. İtiraf edeyim listem oldukça kalabalık.
Peki nasıl bileceğiz hangi yönlerimiz gölge hangi davranışlarımız persona. Bilim, başkalarını eleştirdiğimiz konularda ve başkalarına duyduğumuz hayranlıkta gizli olduğunu söylüyor. Yani bir insan başkasında tahammül edemediği ne varsa aslında kendinde veya kimin hangi huyuna hayran ise yine özünde mevcut. Sevgi açlığı çeken biri çoğunlukla onaylanma ihtiyacı sebebi ile sürekli övgü almak istiyor veya şefkat gösterene karşı müthiş bir zaaf duyuyor. Bir başka örnek ise haksızlığa, hırsızlığa, yalana, sadakatsizliğe hiç tahammülü olmayan kişiler hayatında haksızlığa uğramakla ilgili mutlaka bir travmatik bir hadise yaşamış oluyor.
Aslında Mevla’nın dediği gibi “İnsan insanın aynasıdır”. Tuhaf ama bir o kadar da ne kadar doğru öyle değil mi? Kimin hangi huyu bizi rahatsız ediyor ise hatta çileden çıkartıyorsa aslında o huya ait bir parça veya yansıma öz benliğimizde gizli. Aklıma Nietzche’nin şu sözü de geldi tabii: “Kim ahlak ve namus şövalyeliği yapıyorsa, bilin ki en namusuzu odur.”
Sadece kötü özelliklerimizi değil iyi yönlerimizi de yeteneklerimizi de gizliyoruz diye düşünüyorum. Farkında değiliz madem neden sadece arızalı yanlarımız gizli olsun? Merhametimiz, şefkatimiz veya yardımseverlik de gizlenen duygular değil mi çoğu zaman?
Sonuç olarak; başına geleni çekmiş, o ne der bu ne der dememiş, sahiciliği seven, arızalarını tamir etmiş, iyi taraflarını gölgeden çekmiş gün yüzüne sermiş, doğrculuğun gururunu da acısını da yaşamış, içten olmanın gerçek hayatın formülü olduğunu bilmiş, içindeki kötülükle tanışmış fakat dost olmamış ve her ne olursa olsun sahici duygusu ile yüzleşme cesareti göstermiş bir yaşama sahip olmak rotamız olsun isterim.
Sevgilerimle.
Didem Tınarlıoğlu